DİYEMEDİM YA
Arkadaş: … olur öyle şeyler canım, dert etme, sen AKILLI kızsın!
Ben: Ihmm… Nasıl diyeyim sana, Mete’ye kendi ellerimle kız kilodu aldım diye, hem de pazar yerindeki tezgahta karıştıra karıştıra seçtiğimi. Yetmez gibi bir de onu benim aldığımı unutup, çamaşırları katlarken:“Erkek çocuğuna da nasıl hediye getirmişler, hiç olmuş mu yani?” diye uzunca bir süre hayıflandığımı. Niiice zaman sonra hatırlayıp, “Yoo, o kilodu ben aldım ya Mete’ye, hay saf kafam!!!” diyerek her nasılsa olayı tüm gerçekliğiyle, pazardaki tezgahın yerine varana kadar her detayı hatırladığımı söylesem; beni yine AKILLI olma mertebesinde görmene yeter mi ki hatırladığım detaylar? Yok yok; söylersem, ağır darbeden iki yana sendeler…
Hele; arabanın içten sürücü kapı kolu kırılınca, Mete’yi okula bırakırken 15 gün boyunca, zıplaya zıplaya yan koltuğa geçip, öyle arabadan çıktığımı, taki Birol’dan, hiç yerini değiştirmeden; olduğu yerde camı açıp, dışarı kolunu atmak suretiyle de kapının açılabileceğini görene kadar tavşan gibi zıpladığımı söylesem… Yok bu sefer karın boşluğuna sağlam bir yumruk almışçasına katılır…
Hele hele, müşteriyle önemli bir toplantı öncesi evde hazırlanırken, ceketimin ütüsünü beğenmedim, hızlıca şöyle bir ütüledim. Tabi öyle hızlıca yapınca, tekrar giydiğimde onu da beğenmedim, yakadan aşağı inen katlar havada duruyordu. Tekrar çıkarıp ütü yapmaktansa ütüyü şöyle bir üzerimde gezdireyim dedim. Demez olaydım buharı bir anda pofladığı gibi feleğimi şaşırdım. Vallahi Allah korudu, o kalp çarpıntısı bana yetti desem… Bu da altın vuruş olur, 10 a kadar da saysam kalkamaz yerinden:( Yok yok hiç birini demeyeyim! Arkadaşlığını bile kesebilir.
Arkadaş: N’oldu canım, daldın gittin?
Ben: Aa evet, doğru diyorsun, boş vereyim bunları demi, ben AKILLI kızım zaten. Sağol canım yaa…
Kayınvalidem: Kızım, Allah senden razı olsun, senin gönderdiğin turşu kavanozlarına yazın domates, salça falan yapıyorum, inan sayende hiç kavanoz almıyorum. Aa, bir de pırıl pırıllar kızım, çoğunu yıkamıyorum bile…
Ben: Iyy yaa, ben onları yıkamıyorum ki, şöyle bir sudan geçiriyorum ya da turşu kokusunu bastırsın, sen zaten yıkarsın diye köpüklü bıraktığım da oluyor. Makinaya da koymuyorum, üzerindeki kağıtlar gözenekleri tıkıyor, sonra makine pis yıkıyor diye nasıl diyeyim şimdi, kadıncağız ağız dolusu beni överken; öyle değil böyle diye nasıl bozayım şimdi? Yok ben pisim aslında anne, benden gelenleri bir güzel çamaşır suyuna mı bas diyeyim?? Diyemedim işte, o domates koyduğu, köpüğüyle kurumuş kavanozları da bize gönderiyor zaten, n’apim cezamı çeker kanser olurum en kötü…
Komşu: (bir gün önce) Aa Elif’cim, çok sağol bizim ufaklığın oyuncağı dün sizde kalmış, zahmet etmişsin; ben gelir alırdım. Dur gitmeden,çilekli kek yapmıştım, Mete’ye götürürsün…
Komşu Mete’ye: (parkta) Mete’cim, beğendin mi dünkü çilekli kekimi?
Ben: Allah’ım şükürler olsun, Allah’ım sana şükürler olsun ki Mete 3 yaşında; henüz beni ispiyonlama aşamasında değil, nasıl diyeyim işten gelmiştim, çok açtım, hazır üstüm başım düzgünken (malum evde kakılmış başrol benim), çocuğun oyuncağını üst kata çıkarıvereyim diye, nasıl diyeyim daha merdivenlerde hüplettim diye. Diyemedim işte diyemedim… |